5 Eylül 2016 Pazartesi

DOĞU KARADENİZ TURU: 1. GÜN: 18.08.2016 ANKARA-TRABZON-HOPA-BORÇKA-KARAGÖL-HOPA

       

Uzun süredir aile efradıyla ile birlikte yapmayı planlamış olduğumuz Karadeniz gezisi için nihayet bundan birkaç ay önce, yaptığımız uzun ve kapsamlı araştırmaların sonunda bu turu Jolly Tur ile  yapmaya karar verdik. 
Bundan önce yapmış Karadeniz bölgesine olduğumuz iki geziden (ilkini Ayder Tur ile ikincisini de arabamızla) edindiğimiz izlenimler ve kazandığımız deneyimler doğrultusunda bu turu, kıyı kesimlerden ziyade yukarı yayla kesimleri ve Batı ve Orta'dan ziyade Doğu Karadeniz ağırlıklı olarak yapmayı tercih ettik. İncelediğimiz acenteler arasında tur programlarında bu opsiyonları sağlayan bu firmada karar kıldık. 
Tarih aralığı olarak da 365 günün 360 günü yağmurlu olan Karadeniz’de zaman aralığını da yine hem önceki deneyimlerimiz doğrultusunda hem de aile fertlerinin müsait olma durumlarını gözeterek Ağustos ayının 2. yarısında olarak belirledik. 
*  *  *
Tur programına göre 18 Ağustos sabahı Ankara-Esenboğa Havalimanı'ndan kalkacak uçak ile Trabzon Havalimanı'na inilecek, alanda bizi bekleyen tur otobüsüne geçilerek rehberimiz eşliğinde sahil yolundan doğrudan Sarp Sınır Kapısı'ndan geçilerek Batumi'ye ulaşılacak ve burada bir gece konaklamanın ardından ertesi gün yeniden yurda dönüş yapılacaktı... Tabii rezervasyon, "malum" olaylardan önce yapılmış olduğu için olağan tur rotası geçerliydi. Ancak OHAL sebbeiyle Sarp Sınır Kapısındaki giriş-çıkış prosedürlerinin zorlaşması nedeniyle gece konaklaması yapılmayarak sadece gündüz birlaç saatlik bir gezi yapılması şeklinde program değiştirildi.

* * * 
            Saatin alarmı çaldığında oda karanlıktı ama dışarıda hava yeni yeni aydınlanmaya başlamıştı be sabah ezanı henüz okunmamıştı. Bu sabah, her zamankinden daha erken kalkmam gerektiğinden midir uyanmakta zorlanmadım. Yataktan kalktım ve yüzümü soğuk suyla, iyice ayılana kadar yıkadım. Valizleri geceden hazırlamış ve kapının önüne koymuştuk. Zuhal ile Elif’i de uyandırdıktan sonra hızlıca üstümüzü giyinerek kapıyı kilitleterek yeni maceramıza doğru yola koyulduk.
            Uçaktan indiğimizde bizi sıcak ve nemli bir havayla karşılaşmanın şokuyla kendimize geldik. Ankara’da gökyüzü açıktı ama havadan gördüğüm kadarıyla Giresun-Trabzon arası kesimde başlayan bulutlanma, kapalı bir havayla karşılaşacağımız izlenimini verdiyse de indiğimizde hava açık ve yağmursuzdu. (Karadeniz işte! J). Terminal binasına girip valizleri alma seremonisinden sonra, tur otobüsüne doğru yol alırken çıkış kapısında rehberimiz Esra Hanım bizi bekliyordu…
            Kısa bir tanışma faslından sonra tur ekibinin kalanının İstanbul’dan Atatürk ve S.Gökçen Havaalanlarından kalkan uçaklarla geleceklerini ama kalkışlarında rötar olacağı için bizi bir-iki saatliğine Trabzon Şehir Merkezi’ne bırakacaklarını söyledi.
            Havaalanından ayrılırken gözüm, Dış Hatlar Kapısı önünde bekleşen Arap turistlere takıldı. Siyah çarşaflar, burkalar içinde kadınlar, beyaz entarileri ile bir an kendime: “acaba yanlışlıkla Dubaiye’mi” indik diye sormadan edemedim. Son yıllarda özellikle Karadeniz bölgesinde Arap turist sayısında bir artış olduğunu öğrenmekle kalmadım, aynı zamanda artık buralardan oturmak ve yatırım amaçlı evler bile kiraladıkları-satın aldıklarını da gördük. Zaten tabelalar, dükkanlar hep arapça yazılarla doluydu.
            Otobüsümüzün kentin en işlek parkı olan “Trabzon Meydan Park”a yanaşmasıyla etkili bir iniş yaptık. Diğer turcuları beklemek mecburiyetinden doğan bu boşluğu bir kahvaltı fırsatına dönüştürerek, Belediye’nin işlettiği kahveye çöktük ve Ertuğrul Fırını’ndan aldığımız simitleri, söylediğimiz semaver çay eşliğinde bir güzel yedik. Çınar ağaçlarının altında çayın ve sohbetin tadını çıkarttık.
            Bir ara parkın oradaki lavaboyu ziyarete gitmek üzere ayağa kalktığımda, Trabzon halkının teröre olan öfkesini gösteren bu post-modern sanat eseriyle göz göze geldim. Anlaşılan halk, kendi mahkemesini çoktan kurmuş, cezayı kesmiş ve cezanın infazını da gerçekleştirmiş:  

      



          Otobüs bizi almak için tekrar parka geldiğinde güzeş iyice yükselmiş ve hava da ısınmıştı. Kliması efil efil estiği için hemen yerleştik koltuklara ve Trabzon caddelerinden akarak yeniden alana doğru yola koyulduk. Yarım saatlik bekleyişin ardından İstanbullu turdaşlarımızı da alarak Karadeniz yolumuzu başlattık.
            Yol boyunca sağlı sollu inşaatlar gözümüze çarptı, ama büyük projeler... Rezidanslar, AVM’ler… Zaten dağ ile deniz arasında sıkışmış bu kara parçası, şimdi de kendi betonlaşmışlığı içinde sıkışmaya başlamıştı.
           İlk durağımız Sürmene ilçesi oldu. Bugüne kadar sadece bıçağı ile ünlü olduğunu düşündüğüm Sürmene meğerse peynirlisi ve tahta kaşıkları ile de meşhurmuş. Tarihi ve bıçakları ile ilgili bilgilenmek için şu bağlantıya göz atabilirsiniz. Burada Memişağa Konağı'nda durarak konağın içini gezmeye fırsat bulduk. Konağın içindeki benzersiz ahşap oymalı kapılar görselliği açısından oldukça çarpıcıydı.